Haftaya Bakış (269): Sivil anayasa tartışmaları | Kılıçdaroğlu'nun beklenen açıklaması | İnfaz yasasında gecikme

30.05.2025 medyascope.tv

30 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine Kemal Can'la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: CHP Kurultayı ve Kemal Kılıçdaroğlu meselesini zaten konuşacaktık. Biz yayına girmeden hemen önce Kılıçdaroğlu, “Sessizliğimiz suskunluk değil, sorumluluktur” diyerek bir açıklama yaptı. Ama en çok merak ettiğimiz hususun cevabı yok. Yani mahkeme sonucunda ‘’mutlak butlan’’ ilan edilip, Kemal Kılıçdaroğlu ve o dönemki parti meclisi üyeleri görevlerine iade edilirse ne yapacak konusuna cevap yok. Kılıçdaroğlu kendisine yönelik linç kampanyalarından bahsediyor. Gazeteciler ve akademisyenler diyor, ama esas olarak Emrah Gülsunar ve Nevşin Mengü'yü kastediyor. Kendisini direklere asmakla, silahla vurmakla, yakmakla, taşlatmakla tehdit edenler olduğunu söylüyor ve en sonunda, “Herkes bilsin ki bu partinin düşmanlarını yine bu partinin harim-i ismetinde boğmaya muktediriz,” diyor. Sonuçta, Erdoğan'ın 19 Mart sürecinin ilk başında yaratmak istediği ‘’CHP kendi içerisine düşsün, iç kavgalar kızışsın’’ olayı tekrar gündeme geldi ve şu hâliyle bakıldığı zaman, sanki Erdoğan ve destekçileri bu gelişmeleri büyük bir keyifle izleyeceğe benziyor. Çünkü olay bitmiyor, sürecek. Nasıl sürecek bilmiyorum? Tabii 30 Haziran’da mahkemenin kararı önemli olacak. Mahkemenin kararını herhalde siyasi irade belirleyecek. Mahkemeye yaklaşık bir ay var. Herhalde bu bir ayı gözleyip ona göre bir karar verecekler.
Bu arada biliyorsun, Olağanüstü Kurultayı da geçersiz kılmaları söz konusu. Yani yaparlarsa hem Olağan Kurultayı hem Olağanüstü Kurultayı tamamen iptal edecekler ve o dönemde görevde olan yönetime devredecekler. 90 gün içinde kurultaya gitmesi gerekecekmiş. Diyelim ki 30 Haziran'da karar çıktı, Kılıçdaroğlu geldi, 90 gün sonra kurultay oldu. Bu arada kim öle kim kala olacak. Her halükârda, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının durumları geri plana itilecek. Mitingler, şunlar bunlar sürse de yine insanlar mitinglerde söylenenleri değil, CHP'lilerin doğrudan ya da dolaylı olarak birbirlerine yönelik suçlamalarıyla muhatap olacak. Bugün görmüşsündür, mesela Yunus Emre uzun bir şey yazmış, Canan Kaftancıoğlu ona cevap vermiş. Bir de, açık kimliklerle de yapılan bir tartışma var. TGRT Haber'de birtakım isimler tarafından CHP tartışılıp gazetecilik dersi veriliyor. CHP'nin aleyhine böyle ilginç bir süreçten geçiyoruz. Şöyle bir şey olabiliyor; İktidar Ekrem İmamoğlu'nu içeri atıyor, ama CHP bundan güçlenerek çıkabiliyor mesela. Bu örneği gördük. Ama buradaki mesele nasıl olacak? Yani kendi içinde kavga ederek CHP'nin hayrına nasıl bir gelişme olur, açıkçası kestiremiyorum.
Kemal Can: Zor tabii. Her halükârda, hatta bu karar çıksın ya da çıkmasın, senin özetlediğin bu hâl bile yeterince asap bozucu aslında. Bence bir sürü insanın izlerken de son derece rahatsız olduğu bir tablo var. Sen biraz tarif ettin, birkaç nokta var. Bir, süreci, davayı erteleyerek, biraz uzatarak bu tartışmaları biraz daha demlendirmek, biraz daha köpürtmek niyeti olduğu ortada. Çünkü hemen karara giden bir yola da hızla müracaat edilebilirdi. Ama tabir yerindeyse, mümkün olduğunca bunun böyle tadını çıkartmaya çalışıyor. “Erdoğan bunu zevkle izliyordur” dedin ya, AKP çevrelerinde böyle bir yaklaşım var. Eğer mahkemeden söz konusu karar çıkarsa, 90 gün yasal süre var. Ama mutlak butlan gibi bir karar çıkarsa, bu, kurultayın geçersiz sayılması, hiç olmamış gibi kabul edilmesi, yani 2023’e geri dönmesi demek. Ondan önce, ondan sonra yapılan iki kurultayın da anlamsız olması ve hukuken, Kılıçdaroğlu'nun Genel Başkanı olduğu daha önceki döneme dönülmesi demek. Bu, kaçınılmaz olarak, bütün kongre süreci, yani ilçe kongreleri, il kongreleri ve devamında büyük kongre olmak üzere, çok karmaşık ve uzun, itirazları olan, problemleri olabilecek bir süreç demek. Ve bu uzama kaçınılmaz olarak, CHP'nin kendi iç meseleleriyle uğraşması sırasında, İmamoğlu gündeminin, 19 Mart darbe gündeminin ve daha pek çok şeyin, mitinglerin, her şeyin tavsaması, duraksaması, yakalanan ivmenin büyük ölçüde belki de kaybı gibi sonuçlar yaratabilecek.
Hemen daha karar çıkmadan çıkan tartışmalardan görüyoruz ki çok yıkıcı olabilecek hem partiye hem de genel havaya büyük zarar verebilecek bir seri tartışmanın da başlayacağı ve derinleşeceği öngörülebilir. Bütün bunları durdurmak, bütün bunları hukuken engellemek için birtakım hamleler yapıldı. İktidar bu hamleyi ilk yaptığında, Olağanüstü Kurultay yapıldı. Olağanüstü Kurultayla önünün kesilebileceği varsayıldı. Ama anlaşılan o ki bundan vazgeçmiş değiller, iktidarın bu konudaki ısrarı devam ediyor. İktidar medyasında bu konu yoğun biçimde işleniyor. Dolayısıyla bunu hukuki olarak durdurmak şu anda iktidarın elinde. Vazgeçerse o geçecek, geçmezse, daha önce pek çok hadisede gördüğümüz gibi yargı aparatının bu konuda da devreye girip, yaratacağı bu problemi CHP'nin kucağına koyması mümkün.
Peki, hukuken bunu kesmenin, engellemenin yolu yoksa ne yapmak gerekiyor? Siyaseten bunu engellemek, ön almak, bunu durdurmak ya da bunun etkisini zayıflatmak gerekiyor. Şu andaki tablo açıkçası bu konuda da iyi bir resim vermiyor. Yine bu konuda inisiyatif alıp, bu tartışmayı ve muhtemel yargı kararının önünü kesebilecek isim, Kılıçdaroğlu. Bu yüzden de yoğun biçimde bir süredir Kılıçdaroğlu'na çıkıp açıklama yapması yönünde bir tazyik var. Olacak olan şu: “Muhtemelen böyle bir mahkeme kararı çıkarsa, ben bunu kendi açımdan bir hukuki sonuç olarak değerlendirmeyeceğim. İktidarın bir siyasi operasyonu olarak değerlendireceğim ve şu andaki mevcut duruma hiçbir müdahale yapmadan, bir an önce bu sürecin geçilip kalındığı yerden devam etmesini sağlayacağım” şeklinde bir açıklama yapması ya da bunu ima edecek, bunu gösterecek açık bir tutum alması bekleniyor. Şimdi bu beklentiyi dile getirirken kullanılan üslup tartışma konusu yapılabilir. Kimi gazeteci, kimi akademisyen, kimi yorumcu birtakım insanların, bu talebi ya da bu makul beklentiyi ifade ederken, biraz sınırı, ölçüyü kaçırdıkları veya hakaret sınırlarını fazla zorladıkları düşünülebilir elbette. Ama bu, neticeyi değiştirmiyor. Kılıçdaroğlu bugünkü yaptığı açıklamada da, “Ben sorumluluktan susuyorum” diyorsa, bazen de sorumluluk susmayı değil konuşmayı, hatta erken tavır almayı gerektirir. Çünkü tıpkı geciken adalet, adalet olmadığı gibi, geciken bir tutum da bir sürü açıdan değersiz hâle gelebilir. Çünkü şu anda iktidarın böyle bir yolu kullanma imkânının olup olmadığını gösterecek ya da bu konuda onun önünü kesebilecek aktör olarak doğrudan Kılıçdaroğlu'nun bir pozisyon açıklaması gerekiyor. Bugünkü açıklama da aslında bir mağduriyet. Yani kendisine yönelen, yakışıksız bulduğu saldırılara ilişkin bir tepki var, ama beklenen tutuma ilişkin hiçbir işaret vermiyor, bir şey söylemiyor. Sanki, “Zamanı geldiğinde bakarız” gibi bir yere getiriyor. Ama zamanı geldiğinde bakıldığında, konuya müdahale etmekte biraz geç kalınmış olabilir. Bu konuda CHP yönetimi ve özellikle Özgür Özel, açıktan polemikten uzak durmaya çalıştılar. Hatta yakın bir zamanda galiba Özel bir sürü insan için bir şeyler söyleyebileceğini ama Kılıçdaroğlu aleyhine konuşmayacağını söyledi. Kılıçdaroğlu da doğrudan İmamoğlu ve Özgür Özel'i muhatap alarak bir şey söylemiyor.
Fakat buradaki mesele, yöneticilerin birbirlerine karşı saygı sınırlarına riayet ediyor olmaları değil. Zaten bir süredir Türkiye'de kendilerini ‘’yorumcu’’ diye tarif eden ya da öyle muamele gören, medyada her konuda fikir beyan eden kimi akademisyen, kimi gazeteci titri taşıyan bir grup insan var. Bunlar, kanaat oluşturmak ya da kanaat oluşturulması üzerine birtakım bilgi ve enformasyon sağlamayı geçen, bayağı misyon işleri yapmaya soyunmuş durumdalar ve dolayısıyla genellikle siyasi aktörlerin çok ilerisinde, onların telaffuz etmediği şeyleri çok daha yakışıksız biçimde, onlardan daha ileri biçimde söylüyorlar. Bu tek taraflı bir şey de değil, iki tarafta da böyle eğilimler görüyoruz. Dolayısıyla hem iktidarın siyasi hamlesini hem de bu tartışmaları giderek yakışıksız bir seviyeye düşürmeyi engellemenin yolu, açık ve net tutum almak. Bu konuda hiç tereddüt edilecek, ağırdan alınacak bir durum söz konusu değil. Ama gördüğümüz gibi, bugünkü açıklama itibariyle da Kılıçdaroğlu henüz bunu yapmış görünmüyor ve bu, Demokles’in kılıcı gibi CHP'nin tepesinde bir süre daha sallanmaya devam edecek. Bu tabii ki çok rahatsız edici olacak. Çünkü şu anda, senin yayınlarda sık sık dile getirdiğin birkaç önemli şey var. Birincisi, 19 Mart sonrasında oluşan ve herkesi şaşırtan yüksek bir toplumsal muhalefet ivmesiyle, kurumsal muhalefetin ana aktörü, ana muhalefet partisi olan CHP'nin, çok iyi bir ritim tutturduğu, senkron içerisinde ilerlediği bir süreç var. Bu büyük ölçüde akamete uğrayabilir ya da bundan zarar görebilir.
İkincisi, Türkiye pek çok karar aşamasında kritik bir dönemeçte. Diğer muhalefet aktörleriyle ilişki bakımından da muhatapların netleşmesi, muhataplar üzerindeki belirsizliğin kalkması gerekiyor. Böyle olmadığı takdirde, iktidar, karar verici pozisyonunu ya da diğer aktörlerin hamle sınırlarını tayin edebilir imkânlara sahip oluyor. Bence onun için hiç gecikilmeden, gecikmemesi gereken de Kılıçdaroğlu zaten, gecikmeden önleyici, ön alıcı net bir tavır ortaya koyması gerekiyor. Bu hakikaten izahı daha sonra çok zor olacak bir mesele hâlinde hem Türkiye'nin hem de her şahsın boynuna asılacak bir levha olarak durur.

Ruşen Çakır: Şimdi iki güzel haber var, onlardan bahsedelim. Saraçhane tutuklusu öğrenciler bırakıldı. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Nurettin Yıldız protestosundaki öğrenciler de bırakıldı.
Kemal Can: HDK’dan galiba bir kişi, Yıldız Tar bırakıldı galiba.

Ruşen Çakır: Evet, o gazeteci. Yıldız Tar tarih oldu. Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu'nun açıklamasının altındaki yorumlara bakıyorum da, kimisi eleştiriyor, kimisi destekliyor. Birisi, "Çocuklar tarih oldu, hâlâ seninle uğraşıyoruz" demiş. Böyle de bir şey var. Mesela bugünkü mahkeme çok önemliydi ve tarih oldular, güzel bir haber geldi. Ama Kılıçdaroğlu’nun metnine bakıyorum, uzun bir metin ama bir şey yok. Neyse çok da konuşmayayım Kılıçdaroğlu üzerine. Gelen bir iki tane eleştiri ya da suçlama yahut da asılsız haber üzerine bu kadar konuşmak... Tamam, eyvallah. Ama içeride onlarca insan tutuklu. Partinin cumhurbaşkanı adayı tutuklu. Bu kadar hayati meseleler varken… Neyse. Şimdi, başka ne konuşacaktık? İnfaz Yasası bayram sonrasına kaldı.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Orada galiba ‘’Fethullahçılar bundan istifade eder mi?’’ diye çok paniklemişler ve o nedenle ertelemişler gibi gözüküyor. Ama DEM Parti Grup Başkan Vekili Sezai Temelli “Beklediğimiz bu değil” diyerek hayâl kırıklığını açıkça ifade etti. Ne olacak, nasıl olacak? Bir şeyleri yapmak istiyorlar, ama mesela hasta tutukluların, özellikle hasta mahkûmların bayramdan önce çıkması temenni ediliyordu. Şimdi bir tane hızlı bir paketin içerisine giren bir şeyler var, ama orada hiçbir şey yok aslında. Bir yandan da PKK silah bırakma ve fesih kararı aldı, ama oradan da bir gelişme göremiyoruz. Şu anda sanki bir karşılıklı bekleme mi var, yoksa alttan alta birtakım şeyler yapılıyor mu? İlk beklediğimiz infaz yasasıydı, o yapılmadı. En azından ertelendi.
Kemal Can: Bu süreç meselesi bir süredir iki ayrı yoldan yürüyor. Bir, kendi kısa menzili, ‘’terörsüz Türkiye’’ diye paketlenen, fesih, silah bırakma ve onun çevresindeki birtakım hamlelerle ilgili süreç, neredeyse takvimde çok fazla sarkma olmadan, büyük ölçüde öngörülen takvime de uyarak yürüyor. O zaten kısa menzilli ve daha net hedefleri olan bir şey. Ama bunun, bu süreci gerçekten bir proje hâline dönüştürecek politik ve toplumsal ve hukuksal ayakları meselesi ve olursa, bunun bir demokratikleşme programının kapısını açması ihtimali üzerine ise aynı hızda ve aynı yoğunlukta bir çaba yok. Dolayısıyla bu ikisinin biraz ayrı ayrı ilerlediğini, yani fesih ve silah bırakma meselesinin bence yine takvimine uygun biçimde devam edebileceğini, bu infaz düzenlemesi ile ilgili sıkıntının bunu engellemeyebileceğini düşünüyorum.
Buradaki asıl mesele, bu infaz meselesi ve önümüzdeki günlerde başka meseleler de gelebilir, bu işin, daha geniş bir toplumsal ve siyasal destek çevresini tatmin edebilecek, buradan hakikaten kendisi bir demokratikleşme programı olmasa bile teorik olarak buna bir kapı açma ihtimalini önemseyenler açısından tabii moral bozucu bir şey. Orada bir sıkıntı var. Çünkü sürecin yürütücüsü olan asıl aktörlerinin çok mesele edeceği bir şey olmayabilir; tam tersine sürecin dışında olan, ama süreci pozitif değerlendirmeye yatkın olanlar için sıkıntılı bir durum var. Çünkü mesela en başta infaz, ilk işaret fişeği sayılıyordu. Yani ‘’infaz düzenlemesi yapılacak, bakın insanlar çıkıyorlar. Bakın bu böyle bir şeye yol açtı. Bu sürecin ilk çıktısı, ilk faydası’’ diye sunulabilecek bir şeydi. Hatta ‘’bayrama yetişsin, bayram armağanı gibi olsun, önce mi çıkar, sonra mı çıkar?’’ denilirken, orada bir problem doğdu. Şimdi o problemde, evet, belki teknik olarak ‘’ona mı yarar, buna mı yarar, iyi çalışamadık’’ gibi gerekçeler ileri sürülüyor olabilir. Ama ben bunları çok inandırıcı bulamıyorum ne yazık ki. Çünkü biliyoruz ki bu süreç öyle üç beş günlük bir şey değil. Bu infaz yasası da birkaç senedir tartışma konusu olan bir şey. Defalarca bunun üzerinde çalışıldı. Ayrı ayrı herkes çalıştı, birlikte çalışıldı. Şimdi son anda birden ‘’fark etmişiz ki böyle de bir problem varmış’’ denmesi çok inandırıcı gelmiyor bana. Buradaki problemin, bu süreç hadisesinin siyasal faydasını kurgulamakla ilgili, hep yaşanan problemle bağlantısı olduğunu düşünüyorum. O problemin de büyük ölçüde Erdoğan ve AKP tarafında olduğu kanaatindeyim. Bu konudaki belirsizlik, hakikaten bu süreç işinin, ‘’menfaatini’’ henüz maksimize edebilmiş değil. Hatta Erdoğan menfaati olup olmadığını bile henüz tam içine sindirmiş değil. Tabii ki bu süreç kendi dinamiğinde işliyor ve işleyecek. Ama bundan maksimum menfaat üretmek için, bu tür pürüzler, daha çok öbür alanda olacak. Yani o kendi takviminin dışındaki, işin ikinci boyutu, ikinci katmanı diyebileceğimiz hukuksal ve demokratik tarafında, yani Öcalan'ın açıklamasının Sırrı Süreyya Önder tarafından okunan dip notu tarafında problem var. Onun üst tarafı, takvime uygun biçimde devam ediyor.

Ruşen Çakır: Kemal, anayasa meselesine ne diyorsun? Ben bugün Doç. Dr. Özlem Kaygusuz’la bir yayın https://medyascope.tv/2025/05/30/iktidar-yeni-anayasa-surecinde-muhalefeti-bolebilir-mi-video/ yaptım. Özlem Hoca Birikim Dergisi’nde ‘’Rejimin Otoriter Pazarlıkları ve Kürt Meselesi’’ başlığıyla çarpıcı bir yazı https://birikimdergisi.com/guncel/12072/rejimin-otoriter-pazarliklari-ve-kurt-meselesi yazmıştı. Biliyorsun, Erdoğan, özellikle yeni ve sivil bir anayasa konusunda ısrarcı. Yeni anayasa çalışmaları için 10 hukukçuyu görevlendirdiği açıkladı. Ama onlar içerisinde bir hukukçu vardı, o da ayrılmış galiba. Serap Özbudun'un sonradan gruptan çıktığını okudum bir yerde. DEM Parti'nin, anayasa bağlamında Erdoğan'ın yanında yer alacağı, buna karşılık CHP'nin dışında kalacağı üzerine yorumlar yapılıyor. Ama mesela Özlem Kaygusuz'un yazısında çok önemli bir nokta var. O da diyor ki: “Bu süreçle birlikte, PKK'nın kendini feshetmesiyle, iktidarın elindeki en önemli şey olan ‘’güvenlik’’ gerekçesi ortadan kalkıyor. Dolayısıyla CHP ve DEM Parti, bu süreçte sürekli ve kalıcı iletişim kanallarına sahip olurlarsa işin rengi değişebilir.” Yani, DEM Parti'nin, AK Parti'nin ya da Cumhur İttifakı'nın yanında olacağı ön kabulünün sorgulanması gerektiğini söylüyor. Sen ne dersin?
Kemal Can: Bir kere şunu söylemek lazım. Türkiye'de senelerdir şöyle bir şey var: Herkes, bir başkasının iktidarın oyununa gelmesiyle ilgilenmek yerine, kendi pozisyonunun iktidarın işine ne kadar yaradığı üzerine kafa yormuş olsa, epey mesafe kat ederdik. Herkes, bir diğerinin iktidara nasıl payandalık yaptığı üzerine uzun uzun değerlendirmelerle, analizlerle, önyargılarla, hatta saldırgan bir dil tutturarak, bunun siyaset yapmak olduğunu ya da pozisyon müfettişliğinin çok lüzumlu bir şey olduğunu zannediyor. Ve sürekli, herkes bir diğerinin, CHP DEM'in, DEM CHP'nin, İYİ Parti MHP'nin, İYİ Parti CHP'nin, CHP diğer muhafazakâr partilerin, kendisi dışındaki aktörlerin pozisyonlarını tartışarak siyaset yapıyor. Şu süreç meselesinin başından itibaren de bütün tartışmalarda, diyelim ki iktidar bunu bir hamle olarak yapıyor ya da Öcalan bir çıkış yaptı, her neyse, böyle bir durum var ortada. Bu durumda ‘’bizim söylediğimiz nedir, biz nasıl bir pozisyon alıyoruz?’’ üzerine kafa yorup buraya siyaset kurmak yerine, tabir yerindeyse ‘’kim burada ihanet edecek, kim kiminle iş tutacak?’’ üzerine tartışma ve kafa yormalarla geçiriyoruz. Bir kere bundan vazgeçmek gerekiyor. Şimdi bu hadisede de, başından itibaren bu meselede bütün bu hikâyenin, Erdoğan'ın yeniden seçilmesini sağlayacak bir anayasa değişikliği aritmetiğini üretmek için yapıldığı, Öcalan'ın örgütü feshetmesinden, örgütün silahları devretmesine kadar yayılacak her şeyin, bir meclis aritmetiği için üretildiği anlatıldı. Ama bu anayasa sürecinde, bu son bir iki ay içerisinde görüyoruz ki, biraz önce konuştuğumuz infaz meselesinde de değindiğim gibi, bunun siyasal menfaate çevrilmesi meselesinde, Erdoğan'ın çok daha pragmatik, çok daha kendi merkezci bir yaklaşımı var. Bu yaklaşımın özeti de anayasa.
Bahçeli süreçle ilgili meclis komisyonu fikrini ortaya atar atmaz, Erdoğan, Macaristan'dan dönerken, uçakla bu anayasa meselesini ortaya attı ve birdenbire sürecin bütün partilerin dâhil olabileceği bir komisyonla tartışılması imkânını bir anlamda imha etmiş oldu ve gündeme birdenbire anayasa hikâyesini soktu. Ve anayasayı, tam da işte o siyasi menfaati maksimize edecek bir pazarlık masası olarak koyuyor. Şimdi ben spekülatif bir şey söylüyorum, bir bilgiye sahip olarak söylemiyorum. Bu anayasa hadisesi de infazdakine benzer bir şey. Herkesin o pazarlık masasındaki kartlarının dağıtılması üzerine kurgulanmış, Erdoğan'ın yönettiği ya da kurduğu bir masa olarak inşa edilmeye çalışılıyor. Şimdi kaçınılmaz olarak ‘’Türkiye'nin sivil bir anayasaya ihtiyacı var mı, yok mu? Bunun için iktidarla müzakere değil de bir Meclis müzakeresi açılabilir mi?’’ tartışması ayrı bir şey. Ama Erdoğan'ın anayasayı gündeme getirme biçimine baktığımızda, herkesin buna ihtiyatla yaklaşması ve bir adım geri çekilmesi de çok anlaşılır bir durum.
İkinci bir noktaya daha değinmek gerekirse, evet, örgütün kendisini feshi ve silahları teslim etmesi kısmen bir güvenlik boşluğu, yani güvenlik politikalarının belirleyiciliği konusunda bir boşluk yaratabilir. Güvenlik devleti reflekslerini zayıflatacak gibi görünebilir, ama hiç unutmayalım ki bu süreç de aslında, “Türkiye bölgede ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya. Bu yüzden iç cephesini sağlamlaştırmak zorunda” denilerek, başka bir güvenlik ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıkartılmıştı. Bugün Erdoğan hâlâ dış saldırılardan, Gezi’den, 15 Temmuz'dan filan bahsediyor ve ekonomideki problemleri de buna bağlayarak, Türkiye'nin bir kuşatma ve dış saldırı altında olduğu yönünde bir açıklama yapıyor. Dolayısıyla hem anayasa meselesinde daha önce birkaç kişinin dile getirdiği, ki sen haklı olarak dikkate alınmaması gerektiğini söylüyorsun ama, Mehmet Uçum'un anayasa konusundaki söylediği şeylerde de vardı. Gene ‘’güvenlik devleti’’ reflekslerini gayet canlı tutacak bir anayasal akıl söz konusu olabilir ve tıpkı daha önce de yaptığı gibi, Erdoğan bazı açılardan sanki bir sivilleşme ya da demokratikleşme yapıyormuş kılığında, kendi otoriter gücünü sağlamlaştıracak pazarlıkların zemini olarak anayasayı kullanmayı deneyebilir. Bu önümüzde bir mesele olarak duruyor. Fakat şu anda ben henüz anayasa konusunda bir mutabakat oluşmuş, taraflar netleşmiş, oylarının rengini de belli etmişler gibi görmüyorum.

Ruşen Çakır: Evet, Kemal, noktayı koyalım. Yarın Düzce'de CHP mitinginde buluşuyoruz.
Kemal Can: Ben zaten buradayım, sen geliyorsun Düzce’ye.

Ruşen Çakır: Evet ben geleceğim. Düzce, AK Parti'nin kalesi, değil mi?
Kemal Can: Evet, çok uzun zamandır öyle. Son 2023 seçimlerinde MHP ve AKP'nin toplam oyu neredeyse üçte ikiyi geçen seviyelere çıkmıştı. Ama her yerde olduğu gibi, yani daha önce Yozgat'ta, Konya'da filan da gördüğümüz gibi, şimdi yeni anketlerde de, Düzce’de, iktidar blokunda Türkiye'nin genel tablosuyla benzer biçimde ya da benzer oranlarda oy kayıpları görülüyor. Dolayısıyla her yerdeki tablo orada da var.

Ruşen Çakır: Ama her hâlükârda, CHP için hakikaten önemli bir miting olacak. Hatta Düzce, Esenler’e kıyasla daha fazla, değil mi?
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Bakalım göreceğiz. Belki orada ilginç şeyler görürsek de sonra sıcağı sıcağına yorumlarız. Yarın görüşmek üzere. Bu haftayı burada noktalayalım. İzleyicilerimize çok teşekkür edelim. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
08.06.2025 CHP’nin önündeki en ciddi engel: “Küçük olsun bizim olsun” anlayışı
01.06.2025 CHP siyasi iktidarın kızıştırmak istediği iç krizini tabanına başvurarak aşabilir
30.05.2025 Mehmet Baransu’yu hatırlıyor musunuz?
30.05.2025 Haftaya Bakış (269): Sivil anayasa tartışmaları | Kılıçdaroğlu'nun beklenen açıklaması | İnfaz yasasında gecikme
30.05.2025 İktidar yeni anayasa sürecinde muhalefeti bölebilir mi? | Özlem Kaygusuz yorumladı
29.05.2025 Günümüz Türkiyesi’nde İslamcılık ve Kürtler
29.05.2025 DEM Parti’yi Cumhur İttifakı’na yamamaya çalışmanın anlamsızlığı
29.05.2025 CHP Türkiye partisi olabilecek mi?
28.05.2025 AK Partililer niçin 19 Mart operasyonuna sahip çıkmıyor?
28.05.2025 Transatlantik: Trump Putin'i ikna edebilecek mi? | Ortadoğu'da taşlar yerine ne zaman oturacak?
08.06.2025 CHP’nin önündeki en ciddi engel: “Küçük olsun bizim olsun” anlayışı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı